Pharmakon

Doruk Yayınları, 2023, 128 sayfa

Önsöz:

Bu çalışmanın başlığı olarak seçilen “pharmakon”, Yunanca kökenli bir sözcük olup  iki zıt anlam içerir: İlaç ve zehir. Bir şeyin hem ilaç hem de zehir olabilmesi durumunu ifade eder. Örneğin, tıbbi tedavide yanlış kullanılan bir kimyasal, “zehir” olabilirken, doğru kullanıldığında “ilaç” olur. Söz sanatı olarak retorik de bu bağlamda pharmakon kategorisine girer; sofistler kullandığında retorik zehir iken, gerçek filozoflar kullandığında ilaç olur.

Elinizdeki bu çalışmayı da pharmakon olarak değerlendiriyorum; çünkü kimi okurlar için başta zehir, fakat sonrasında ilaç işlevi görecektir. Şöyle ki, kimilerinin tartışmasız onayladığı kimi kavramlar için “böyle bir şey yoktur” ya da “bu bir yanılsamadır” diyen bu çalışma, ilk başta adeta zehir gibi acı bir tat bırakacaktır ağızlarda. Bırakacaktır ama ancak bir süre için. Bu farklı yorumları özümsedikçe, kazanacağı yeni bakış açıları okura ilaç gibi gelecektir; çünkü yanılsamalardan kurtulmak, özgürleşmenin ilk adımıdır. 

Birinci bölümde mitolojiden ilham aldım. Mitolojide aşk, arzu ve ölümün bir “sacayağı” oluşturduğu söylenir. Şöyle ki, arzu aşkın en yakın dostu iken, ölüm onun sevgilisidir. Spinoza’ya göre bu üçlüden en önemlisi arzudur. Onun ünlü ifadesiyle, “Arzu, insanın özüdür.” Günümüz filozoflarından Chantal Jaquet, “Arzulamaktan vazgeçmek, insan olma vasfından vazgeçmektir. Canlı varlıklar olduğumuz için değil, düşünen varlıklar olduğumuz için arzularız. Arzu, ihtiyaca indirgenemez.” der. Bu üçlüye daha sonra kaygı da dahil oldu. Bizler, aşkı yana yakıla ararken, ölümden fellik fellik kaçarız. Ölüm en korktuğumuz şeydir. Aslında bizleri ölüm değil, ölüm korkusu tüketir; bu ikisi aynı şey değildir. Epiktetos’un söylediği gibi “ölümden kaçamam ama ölüm korkusundan kaçabilirim.” Bu nedenle önce korku kavramına yöneldim; fakat korkunun aslında kaygının bir türevi olduğunu öğrenince, metne dördüncü kavram olarak korku yerine kaygı girdi. 

İkinci bölümde ise metafiziğin üç temel kavramı yer alıyor. Metafizik kavramlar ne doğrulanabilir ne de yanlışlanabilir. Özellikle analitik yönelimli felsefecilere göre, metafizik bir kavram doğrulanamadığı için anlamsızdır, yanlışlanamadığı için de bilimsel değildir. Fakat günümüz fiziğine damgasını vuran kuantum kuramı, ortaya attığı bazı kavramlar ve görüşler aracılığı ile, düşünce dünyamızı inanılmaz ölçüde değiştirdi. Bu kavramlardan biri olan kuantum dalgalanması, “ex nihilo nihil fit” yani “hiçten hiçbir şey çıkmaz” dogmasının sorgulanmasına neden oldu. Böylece, önceden sadece metafiziğin konusu olan evrenin başlangıcı ve dolayısıyla yaratıcı olarak Tanrı kavramları, bilimin konusu haline geldi. Ayrıca kuantum dünyasının indeterminist oluşu, metafiziğin bir türlü çözülemeyen ünlü özgür irade – determinizm çatışmasını da bilimin gündemine soktu.  

Bu çalışmayı kaleme alırken beni en fazla zorlayan husus, didaktik yapı oldu. Bu yapıyı kırabilmek için metnin üslubuna ayrı bir özen gösterdim. Bu konuda bana ilham veren çalışma Agnes Heller’in “Bir Ahlak Kuramı” başlıklı çalışması oldu. Üç ayrı kitaptan oluşan bu anıtsal çalışmanın üçüncü kitabı olan “Bir Kişilik Etiği”nin girişinde Heller, belli bir sav sunmaya çalışan metinlerde, yazarın kendisini bir otorite olarak konumlandırmak zorunda olduğunu fakat bundan kaçınmak gerektiğini söyler. Bu kitabında Heller yeni iletişim biçimleri denemiştir. Bu biçimlerden biri “diyalog” olmuş ve üçüncü kitap ağırlıklı olarak diyaloglardan oluşmuştur. Ben de otorite konumundan çıkabilmek ve / veya didaktik yapıdan kaçınabilmek için çalışmamın ikinci bölümünde bu formu kullandım. Bu bölümdeki kavramlar fizik ve felsefenin ara kesiti üzerinde yer aldığı için, oluşturduğum diyaloglarda bir fizikçi bir de felsefeci yer aldı. Böylece bu kavramları hem felsefi hem de bilimsel bağlamda tartışmak mümkün oldu.  

Kitaplarımda çok sayıda alıntı kullandığım için kimileri tarafından eleştiriye uğruyorum. Doğru, alıntılara çok yer veririm; ama bunu kimi düşüncelere yetkili ağızlar katkıda bulunsun diye değil, o düşünceler iyice anlaşılsın diye yaparım. Bir de şu mesele var: Alıntı, her zaman alıntının alıntısıdır. Yani, alıntıladığımız fikirler de başkalarından alıntılanmıştır. Özgün fikir diye bir şey yoktur aslında. Düşüncelerimiz, biz farkına varsak da varmasak da her zaman başkalarının düşüncelerinden kaynaklanır. Bazen başkalarının düşüncelerine katılır, bazen karşı çıkar, bazen de revize ederiz. Ama çıkış noktası her zaman başkalarıdır. Dolayısıyla alıntı meşru, özgünlük arayışı ise beyhudedir.